Türkiye'nin köklü zanaat geleneği, son dönemlerde teknolojik gelişmeler ve modernleşme ile birlikte büyük bir tehdit altına girmiş durumda. Ancak, 75 yaşındaki Durmuş dede, yılların tecrübesi ile bu geleneği yaşatmaya kararlı. Durmuş dede, hem kendi mesleğinin son ustası olması hem de zanaatını geleceğe taşıma çabalarıyla dikkat çekiyor. Bir mazgal ustası olan Durmuş dede, yaptığı el yapımı ürünlerle sadece müşterilerinin ihtiyaçlarını karşılamakla kalmıyor, aynı zamanda bu zanaatı gelecek nesillere aktarmak için de büyük bir çaba sarf ediyor.
Durmuş dede, çocuk yaşta başladığı mesleğinde, geçtiğimiz 60 yıl boyunca sayısız eser üretti. Kaybettiği ustalarından aldığı dersleri, kendi yetenekleriyle birleştirerek yarattığı ürünler, artık sadece birer eşya değil, aynı zamanda birer hikaye. “Ben bu işi 12 yaşında öğrenmeye başladım. O zaman benim için bir oyun gibiydi, ama zamanla anladım ki bu bir yaşam tarzı” diyor Durmuş dede. Bugün, birçok genç ustanın kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel zanaatları öğrenmek istememesi, onu daha da motive ediyor. Her gün dükkânına gelen gençlere, zanaatın inceliklerini öğretme konusunda bir misyon üstlendiğini ifade ediyor.
Durmuş dede, sadece bir zanaatkar değil, aynı zamanda bir öğretmen. Gençlerin ilgisizliğinden yakınıyor olsa da, fırsat buldukça dükkanında onlara pratik yapma imkanı sunuyor. “Gelecek nesil, belki de bu işe olan ilgilerini kaybedecek, ama ben elimden geleni yapacağım. Onlara bu güzel sanatın ne kadar kıymetli olduğunu göstermek için mücadele edeceğim,” diyor. Şu anki genç kuşakların teknolojiye daha yatkın olmaları, el işçiliği konusundaki alışkanlıkların azalmasına neden olmuş olsa da, Durmuş dede inancını kaybetmiyor. Uzun yıllar boyunca kazandığı saygı ve tecrübe, onun geçmişten gelen bilgileri aktarabilmesi için yeterli bir temel sunuyor.
Son dönemlerde birçok insan, el yapımı ürünlerin değerini anlamaya başladı. Özellikle doğal malzemelerle üretilen, kişiye özel tasarımlar, şehirleşme ile unutulmuş olan bireyselliği yeniden canlandırıyor. Durmuş dede, bu trendin hızlandığını düşünüyor ve bunun kendisi için bir avantaj olduğunu ekliyor. “Bir el yapımı ürün, bir eserin ruhu var. Her biri, üzerinde emek, zaman ve sevgi barındırıyor” şeklinde ifade ediyor. Bu yöntemle yalnızca bir zanaatkar değil, aynı zamanda bir sanatçı gibi de görülebileceğini vurguluyor.
Eldeki kendine özgü tekniklerle, tarihi ve kültürel değerleri koruyarak geleceğe taşımak için çalışan Durmuş dede, bu yolda yalnız kalmamak için çaba harcarak başka zanaatkarlarla bir araya gelerek işbirlikleri yapıyor. Sadece kendi emeğini değil, tüm meslektaşlarının da hak ettikleri değeri görmesi gerektiğini savunuyor. Resmi olarak uygulanan desteklemelerin yanı sıra, toplumun bu kültürel varlıkları sahiplenmesini ve yaşatmasını destekleyen etkinliklerin artması gerektiğini düşünüyor. “Bu zanaat, benim hayatım. Bunu sürekli olarak geliştirip, gelecek nesillere aktarmak istiyorum” diyor.
Durmuş dede'nin hikayesi, yalnızca bir zanaatkarın öyküsü değil, aynı zamanda toplumun geçmişini, bugününü ve geleceğini birleştiren bir köprü. Unutulmuş geleneksel zanaatlerin, bireylerin yaşam tarzı haline gelmesi ve değer görmesi için ise hep birlikte hareket etmemiz gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Zamanla kaybolmaya yüz tutmuş bu değerlerin, el birliği ile yeniden canlanabileceğine olan inancı, onun gençliğindeki tutkusunu hala koruduğunu gösteriyor. Herkesin kendi hikayesini yaşatıcısı olduğu bu dünyada, zanaatını yaşatan bir hayat hikayesine daha tanıklık etmek, bizler için de büyük bir zevk.